Hanefi Mezhebi Nedir Nasıl Oluşmuştur ?!

Hanefi Mezhebi  Türkiye büyük çoğunluğunu oluşturur.Hanefî mezhebi Sünnî fıkıh ekollerinin kronolojik sıra itibariyle ilki olup, İmam-ı Azam Ebu Hanife’ye nisbet edildiği için bu isimle anılmıştır. İmam-ı Azam Ebu Hanife’nin asıl adı Nu`mân b. Sabit’tir. 80 (699) yılında Küfe’de doğmuş, 150 (767) yılında Bağdat'ta vefat etmiştir. Aslen Türk veya Farisi olduğu yönünde görüşler vardır. Nu`mân b. Sabit, Hanefî mezhebi muhitinde "İmam-ı Azam" (büyük imam) lakabı ile anılır. Dindar ve varlıklı bir aileden gelen Nu`mân b. Sabit önce Küfe’de Kur'ân-ı Kerim’i hıfzedip, sarf, nahiv, şiir ve edebiyat, cedel ve kelâm öğrendi. Kûfe, Basra ve Irak'ın ileri gelen üstatlarından hadis dinledi.
Yirmi yaşının biraz üzerindeyken Irak'ın en ünlü fakihi ve Irak fıkhının üstadı Hammâd b. Ebu Süleyman'ın (ö. 119/738) ilim halkasına katıldı ve uzun zaman bu ders halkasına devam etti. Bu arada Ca`fer es-Sadık, Muhammed el-Bakır da dâhil olmak üzere pek çok âlimden istifade etti.

Ebu Hanife, Hammâd b. Ebu Süleyman'ın vefatı üzerine onun kürsüsüne geçti ve ders vermeye başladı. Takva sahibi, zeki, konulara hâkim ve bildiklerini tatlı dil, güler yüz ve özlü ifadelerle anlatan iyi bir üstat olduğu kısa zamanda duyuldu ve çok geçmeden ders halkası dönemin ileri gelen ilim erbabının katıldığı ve fıkhî meselelerin ve çözümlerinin derinlemesine tartışıldığı ileri düzey bir fıkıh akademisine dönüştü. Kırk yaşlarında başlamış olduğu bu öğretim hayatına otuz sene kadar devam etti. Onun ders halkalarında yetişen talebelerin sayısının 4000'i aştığı ve bunlardan kırk kadarının ictihad derecesine vardığı nakledilir.

Ebû Hanife’nin ticarî hayatın ve günlük meselelerin içinde bulunması, insanların problem, temayül ve ihtiyaçlarını yakından tanıması da, ictihadlarının kabul görmesini sağlamış ve uygulanma şansını artırmıştır. Ebû Hanife, hocaları tarafından kendisine intikal ettirilen önceki nesillere ait fıkhî görüşleri, rivayetleri ve ilmî mirası, içinde bulunduğu devrin şartlarını ve insanların ihtiyaçlarını dikkate alarak dinin genel ilke ve amaçları açısından yeniden değerlendirmeye ve sınırlı naslar ile sınırsız olaylar, naklin hükmü ile aklın yorumu, hadis ile re'y arasında makul bir denge kurmaya çalışmıştır. Bunun için de örf ve âdeti, Kuran’ın genel ilkelerini, kamu yararını daima göz önünde bulundurmuş ve istihsan metodunu sıklıkla kullanmıştır. Verdiği hüküm ve fetvalarında şahsî teşebbüs ve sorumluluğun, kişi hak ve hürriyetlerinin korunmasını ilke edinmiştir. Onun bu metodu ve tavrı, daha sonra adına izafe edilerek oluşacak olan Hanefî mezhebinin de genel esaslarını ve metodunu teşkil etmiştir.

İmam-ı Azam Ebu Hanife’nin talebeleri onun tedrisatını devam ettirdiler ve ondan öğrendikleri usule uyarak kaynaklardan hüküm istinbatını sürdürdüler. Talebelerinden bilhassa ictihad derecesine yükselenler, özellikle de Ebu Yusuf ve İmam Muhammed hocalarının görüş ve fetvalarını tasnif ve tedvin işine giriştiler.

Hanefî mezhebi Irak'ta doğmuş ve Abbasiler devrinde Ebu Yusuf’un "kadılkudât" (baş kadı) olması ile devletin başlıca fıkıh mezhebi haline gelmiştir. Hanefî mezhebi bilhassa doğuya doğru yayılarak Horasan ve Mâverâünnehir'de büyük bir gelişme göstermiştir. Pek çok Hanefî fakihi de buralardan yetişmiştir. Abbasi devri sona erince yayılma durmuşsa da Osmanlı Devleti'nin kurulması ve bu mezhebi ülke genelinde hukukî istikrarı ve yargı birliğini sağlamak maksadıyla âdeta devletin resmî mezhebi olarak benimsemesi üzerine etki alanı yeniden genişlemiştir. Bugün Türkistan, Afganistan, Türkiye ve Balkanlar'da Hanefî mezhebi çok yaygındır. Diğer mezhep mensuplarının pek az bulunduğu Hindistan'da ve Pakistan'da ise Hanefî mezhebinin tek mezhep olduğu söylenebilir.

Post a Comment

Daha yeni Daha eski